banner238

banner228

banner220

banner245

banner246

banner247

banner248
20 Nisan 2024 Cumartesi

Dijital Yapay Zeka Mı

RAUF DENKTAŞ’IN AYDINLAR OCAĞI KONUŞMASI

16 Şubat 2011, 00:29

 RAUF DENKTAŞ’IN AYDINLAR OCAĞI KONUŞMASI
YAYINA HAZIRLAYAN: CAFER VAYNİ(SOSYOLOG)
YENİ BİR TAKDİM
 
“İnce Kırmızı Hat” isimli muhteşem savaş karşıtı, savaş filminin bir yerinde filmin boş rol oyuncularından Nietzsche vari bir yaklaşımla; “İçimdeki bu ateşi kim yaktı. Kim söndürecek?” der. Bu söz Rauf Denktaş isminin bendeki izdüşümünün ifadesidir de bir bakıma. Adını tam koyamadığım, tam olarak ta açıklayamadığım bir izdüşüm.
İçimdeki bu ateş 26 Ekim 2007,Cuma akşamı yine yandı. Çünkü yine Rauf Denktaş’la karşılaşmıştım. Ergun Göze’nin yazı ve fikir hayatının 50.yılı vesilesiyle Kubbealtı Akademisi’nin düzenlediği kutlama merasimine katılmıştı.26 Ekim’de onunla üçüncü defa bir arada bulunuyorduk.
İlkinde yer Kubbealtı Akademisi idi.1993 ya da 1994’tü.Büyük elçi İlker Türkmen ile dış politika ve Kıbrıs konusunda konuşuyorlardı. Konuşmaların sonunda soru sorma faslına geçilmişti. Denktaş’ın duygu yüklü konuşması “damarlarımdaki asil kanı” harekete geçirdiğinden olsa gerek; “Efendim niçin burada Avrupa ve Amerika’nın, Kıbrıs meselemizde bize çıkardığı zorlukları bahsediyorsunuz. Biz yaptık. Oldu ve bitti şeklinde bir inisiyatif koyamıyor muyuz? Hatta biz sizi muhatap almıyoruz şeklinde bir irade ortaya koyamıyor muyuz?” şeklinde kızgınlıkla sorumu sordum. Neler söylediğini duymadım bile. Beni onun vereceği cevap hiç ilgilendirmiyordu. Bu nedenle de cevabına zihnimi odaklamadım. Benim için o anda sorduğum soru önemliydi…
İkinci bir arada bulunduğumuz mekân 1995 yılının Aralık ayında Taksim’deki Atatürk Kültür Merkezi idi. Aydınlar Ocağı’mız masaya “Avrupa’nın Emelleri ve Kıbrıs” konusunu yatırmıştı. Konuşmacılardan birisi de; konuyu en iyi bilen ve kavgasını da en iyi şekilde veren Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Rauf Denktaş idi. Aşağıda okuyacağınız metin, Denktaş’ın o gün yaptığı konuşmasıdır. Sadece benim tarafımdan kayda alınıp,1996’da çözümlenen ve bir de takdim yazılan konuşma benim de bilmediğim nedenden dolayı şu ana kadar, dosyalarımın içerisinde uykuya bırakılmıştır. Dolayısıyla 12 yıl sonra ilk defa yayınlanıyor. Burada o sıralar Ocağın Genel Sekreteri, şimdi ise Genel Başkanı olan Prof. Dr. Mustafa ERKAL hocamıza ve onun şahsında Aydınlar Ocağı’mıza,1996 yılında bu konuşmanın yayınlanmasına müsaade ettikleri için tekrar tekrar şükranlarımı sunarım.
Her iki toplantıda da yalnızdım. Üçüncü Denktaş buluşmamıza ise üç kişiden oluşan ekibimle daha organize biçimde katılmıştık. İstanbul Ticaret Üniversitesi’nin konferans salonundaki toplantıda on yaşındaki oğlum Metin ile dokuz yaşındaki diğer oğlum Mehmet’le birlikte salonda yerimizi aldık. Program başladıktan az sonra çocuklar fotoğraf makinesini alarak ve birbirlerine kuvvet vererek çalışmalara başladılar. Fotoğraf çekmek için salonun ön tarafına gittiler. Sayın Denktaş’ın onları yanlarına çağırdığını ve konuştuğunu, başlarını da okşadığını gördüm. Bunun üzerine ben de oraya gittim. Sayın Cumhurbaşkanına “hoş geldiniz efendim” diyerek çocukların babası olarak kendimi tanıttım. Çocuklarıma da; “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanımız” diyerek kendilerini tanıttım. “Eski Cumhurbaşkanı” diyerek benim ifademi düzeltti. Çocuklarımla fotoğraflar çektirdi ve onları önemsediği her halinden belli idi.
Ergun Göze toplantısından sonra, aklım hep Sayın Rauf Denktaş’a söylemek istediğim ama orada söyleyemediğim cümlelerle meşgul. Ona, “eski Cumhurbaşkanı” diyerek beni tashih ettiği zaman; “Sayın Cumhurbaşkanım 20.asırdan sonraki Türk tarihinde iki kişi asla eskimeyecektir. Birisi Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk, öteki de sizsiniz efendim…”
Belki de bir haftadır beni meşgul eden bu düşünce,12 yıl önce yapılan konuşmayı uykusundan uyandırarak sizinle paylaşmama vesile oldu. Sizler, Sayın Cumhurbaşkanımın hala güncelliğini koruyan “diplomasi klasiğini” okurken, ben ise içimdeki ateşin nasıl söneceğini düşünmeye devam edeceğim…
 
RAUF DENKTAŞ’IN KONUŞMASI
Değerli kardeşim, Sayın Genel Başkan Nevzat YALÇINTAŞ ile ondan evvel konuşan değerli kardeşimin, Kıbrıs’la ilgili heyecan verici sözlerine ve şahsım hakkındaki lütufkâr sözlerine en içten duygularımla teşekkür ediyorum. Ve siz sayın kardeşlerimi; Kıbrıs denilince kalbi heyecanla dolan sizleri, “aman Kıbrıs’a ne oluyor” diye üzülen, Kıbrıs’ta işler iyi gidince de bizimle birlikte sevinen sizleri en içten duygularımla selamlıyor ve katıldığınız için teşekkür ediyorum.
Bugün, burada sizleri heyecanlandırmak için geçmişin kahramanlıklarını,1974’te şahit olduğumuz Türk askerinin yüceliğini, o mücadelenin heyecanını dile getirecek değilim. Heyecanınız zaten içinizde dolup taşmaktadır. Burada, Kıbrıs’a gönül vermiş askerlerimiz, diplomatlarımız ve yazarlarımız var. Onlar sanırım ne demek istediğimi çok iyi anladılar.
Ben, bugün, buraya sizleri düşündürmeye, geleceğe Kıbrıs Türkü açısından bakmanızı sağlamaya, Türk ulusunun ayrılmaz ve kopmaz bir parçası olmakla öğünen, gurur duyan Kıbrıs Türkü için; Anavatan olarak daha neler yapabiliriz? Sorusu üzerinde sizleri düşünmeye davet etmeye geldim.
Ancak önümde Aydınlar Ocağımız tarafından hazırlanan bir gündem var: “Avrupa’nın Emelleri ve Kıbrıs”. Dolayısıyla, bu çerçeve içerisinde size Kıbrıs’ın, bugün hangi durumda olduğunu anlatmak istiyorum.
Bundan birkaç hafta önce, İngiliz arşivlerinin 30 yıllık belgeleri açıldı. Bu belgeleri okuduktan sonra, 30–32 yıl önce koymuş olduğumuz teşhisin ne kadar doğru olduğunu gördük ve bir o kadar daha büyüdük. Bizim o zamanlardaki teşhisimiz: “Rumların bize saldırısı eğer İngiliz ve Amerikalıların çıkarlarına olmasaydı, Kıbrıs meselesi, Makarios’u divana havale etmek suretiyle çok kısa bir zamanda halledilmiş olacaktı.” şeklindeydi.
O halde niye bu kadar kan akıyor? İnsan hakları ayaklar altına alınıyor? Uluslar arası anlaşmalar bir tarafa itiliyor? Bir memleketin Cumhurbaşkanı pozisyonundaki bir din adamı; “Anayasa ölmüştür ve gömülmüştür” diyebiliyor? 30–32 yıl önce Türk toplumu adanın % 34’ünden %3’üne tıkılmış, etrafı sarılmış, aksine anlaşmalara rağmen Kıbrıs’ın bağımsızlığını garanti eden Yunanistan tarafından evvela gizlice, sonra da açıkça adaya Yunan askeri getirilmiştir. Krivas geliyor. Türk cemaati sesini duyurabildiği kadar duyurmaya çalışıyor. Ve kimse bu sese kulak vermiyor. İşte, Kıbrıs’taki bu gelişmelere “DUR” dedik.
Demek ki, büyük ülkelerin çıkarı Kıbrıs Türkünün kısa bir süre içinde yenilmesine, Rumların zaferine ve adanın Yunanistan’a verilmesine bağlıdır. Bunun olmasını istiyorlar. Teşhisimiz buydu. İşte açıklanan bu İngiliz belgelerinde de aynen bunları görüyoruz. İngiltere ve Amerika Türk toplumunu hiç kaale almıyorlar. Kıbrıs’ta cereyan eden olaylara bir Yunan meselesi olarak bakıyorlar. Ve diyorlar ki: “Rumlar bu işi kazanacaklardır. Kıbrıs Türklerinin direnme hakkı ve güçleri yoktur. Bu mesele kendiliğinden hallediliyor. O halde Kıbrıs meselesini, Kıbrıs’ı Yunanistan’a vermek suretiyle halledelim. Ama Türkiye’yi de gücendirmeyelim. Çünkü Türkiye’ye muhtacız”.
Mart 1964’de, Kıbrıs’ta Türklerin dayanamayacağını, mukavemeti sürdüremeyeceği tahmin ederek, bu korkunç siyaseti -hukuka ve insanlığa rağmen- yürütmekte olan ülkeler bunun kararını vermişler ve uygulamaya geçmişler bile. Güvenlik konseyinde bitmiş olan Kıbrıs meselesini Mart 1964’de bir karara bağlamışlar. Bu karara göre Kıbrıs hükümeti var. Kıbrıs dâhilinde meşru bir hükümetin olması için iki toplumun ortaklığı lazım. Bu bire düşmüş. Rum ortağı, Türk ortağını yok etmek için gereğini yapmış. Türk ortak canını dişine takmış direniyor. Ama güvenlik konseyi İngilizlerin ve Amerikalıların doğrultusunda Kıbrıs hükümetinin var olduğunu karara bağlıyor ve adada barışı sağlamak için gönderdiği Birleşmiş Milletler askerini bu Kıbrıs hükümetine göndermiş oluyor.
O günden itibaren Rumlar açısından, Kıbrıs meselesi halledilmiştir. Çünkü onlar ortaklaşa kurulan Enosis’i ve taksimi yasaklayan Ortaklık Cumhuriyeti’ni bir Rum Cumhuriyeti’ne dönüştürdüklerini düşünüyorlar. Kıbrıs Cumhuriyeti adı varsın devam etsin diyorlar. Ama bütün dünya gerçekleri bildiği halde “Kıbrıs Cumhuriyeti bizimdir” diyorlardı.
Ben o gün, Güvenlik Konseyi’ndeydim. Oradan, ağlayarak çıktım. Çünkü Kıbrıs meselesinin artık Rumlar açısından noktalandığını görüyordum. O günden bu güne Kıbrıs Türklerinin ve Türkiye’nin mücadelesi bu hatayı bilerek işlemiş olan ve Kıbrıs ‘ı Rum’a ve Yunan’a mal etmek için gayet muhishane bir şekilde bize yardımcı olduğunu söyleyen ülkelerin meydana getirdiği bu tabloyu değiştirmek ve dünyaya varlığımızı, haklarımızı, haksızlığa boyun eğmeyeceğimizi anlatmak olmuştur. Ve -yine geçmişe gidip uzun bir hikâye söylemeyeceğim- 1983’de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin kurulması işte bu şiddetli akıntıya “baraj çekmek”  içindir ve baraj çekilmiştir.
1983’den bu güne, birçok görüşmelerimiz oldu. Bu görüşmelerde biz ne istedik ve hala ne istiyoruz? Diyoruz ki; “ meselenin halli için evvela 1960’da temel addedilen hak ve ilkelerimizi yineleyin, tekrarlayın.” Nedir bunlar? “Eşit bir halk olduğumuzdur. Ayrı anlaşma yapma hak ve yetkisine sahip self-determinasyon hakkını kulanmış olan ve gerekirse yine kullanacak olan Rumlara denk bir halk olduğumuzun kabulünü istiyoruz.  Bu,1960 anlaşmalarının temelinde var. Ve 1960 ortaklık cumhuriyetinin egemenliği iki halktan kaynaklanıyordu. Şimdi iki halkın malı olan bu egemenliği 32 yıldır siz Rum egemenliğidir diye kendiniz kullanıyorsunuz ve bunun arkasına saklanarak bizi haklarımızdan mahrum bırakıyorsunuz. O halde bu kez egemenlik hakkımızın ayrı bir şekilde tescilini istiyoruz. Bizi mutlak ölümden, yok edilmekten, Kıbrıs’ı Enosis’ten kurtarmak için var olan garanti ve ittifak anlaşmasının bu deneyi geçtikten ve bizi kurtaran anlaşmalar olduğu ispat edildikten sonra aynen devamını istiyoruz. Değiştirilmesini, gölge düşürülmesini istemiyoruz. Ve dikkatlerini çekip diyoruz ki, bize saldırının planını teşkil eden Agridas planında, açıkça hedefin bu anlaşmalar -garanti ve ittifak anlaşmaları- olduğu beyanı vardır. 32 yıldır Rumlar, bu anlaşmaların geçersizliğini ispat etmek için uğraşmaktadır. 
Çünkü Agridas planında öngördüğü gibi “bu geçersiz addedildiği gün, bizi artık milli hedefimize ulaşmaktan alıkoyacak hiçbir şey yoktur” diyorlar. 32 yıldır onlar bu anlaşmayı geçersiz kılmak için uğraşmışlardır ve uğraşıyorlar. 32 yıldır biz de bu anlaşmanın varlığı sayesinde kendimizi çok zor durumlardan kurtarıyoruz. Türkiye ya tehdit ediyor, ya uçak düşürüyor, ya bombalıyor ve en sonunda da evlatlarını getirip bizim şehitlerimizin yanına boylu boyuna yatırıyor. Bu anlaşma altında Kıbrıs ve Kıbrıs Türk’ü ancak bu şekilde kurtarılabiliyor. 
1960 Anlaşmalarının Kıbrıs’a zararı ne olmuştur ki değiştirelim? Yeni bir anlaşma ile niye değiştirmek istiyorlar? Eğer aynı hedef hala aklınızda yoksa aynı mücadele içinizde yoksa bu garanti ve ittifak anlaşması sizin neyinize zarar getirir? Aynı şeyi yaparsanız yine karşınıza çıkılacaktır. Ama yapmayacağınızı söylediğinize göre bunlarla uğraşmayın diyoruz ve dolayısı ile 1977’den sonra Makarios’la varmış olduğumuz anlaşma çerçevesinde “bizim gelecekteki güvencemiz için iki kesim birlik ve esastır” diyoruz. İki kesimin birliğini biz federasyon şeklinde ortaya koyduk. Zannettik ki bu iyi niyetimizi takdir edecekler ve dünya dostlarımız derhal Rumları federal bir çözüme getirecek ve bu iki kesimli federal yapı ile Kıbrıs Türklerinin güvenliği sağlanacak ve iki cemaat komşu olarak yaşayabilecektir.
Ama Rumlar buna gelmediler. Gelir gibi yaptılar, ama gelmediler. Klarides’in açıklaması var. Kendisi muhalefetteyken der ki;  “Masada biz taktik olarak oturuyoruz. Oturmaya devam edin. Sakın kalkmayın. Masadan kalkarsanız Türkiye’nin üzerinizdeki baskıda ortadan kalkar ve Kuzey tanınan bir devlet haline gelir. Sakın masadan kaçmayın, kaçan taraf olmayın. Anlaşma yapmaya mecbur değilsiniz. Yeter ki masada görünün.”  Hala aynı sözleri diğer liderleri de söylemektedir. Aman masadan kaçmayalım ama federasyon da istemiyoruz demeyelim. Açıkça demiyorlar ama böyle görünüyorlar. 
Bu taktik bizi nereye getirmiştir? Bu taktik bizi masada tutmuştur. Cemaat olarak tutmuştur. Çünkü dünya bizi tanımamıştır. Biz masa başında cemaat olarak; “Aman Rumlar gelecek mi? Şu şartımızı kabul edecek mi? Biz de onların şartlarını kabul edecek miyiz?” diye zaman kaybederken Rum tarafı masadan kalkmış ve hükümet olarak haksız yetkilerini dünyaya kabul ettirebilmek için ellerinden geleni yapmıştır. O kadar yapmıştır ki, Avrupa Birliğine girmek için Kıbrıs Cumhuriyetinin meşru hükümeti haline getirilmiştir. Biz bütün dünyaya ve diplomatlara; “1964’de yapmış olduğunuz hata nedeniyle bu insanları hukuka göre meşru hükümet olmadıkları halde, hükümet olarak tanımak hatasını yapmış olmanız nedeniyle mesele hallolmuyor. Bunlara söyleyin bütün Kıbrıs’ın meşru hükümeti değildirler. Türklerin meşru hükümeti olamazlar. Söyleyin ki ayakları yere insin” diyoruz. Bunu yapacaklarına Rumların başına birde taç giydirdiler. Avrupa Birliğine aday bir ülke olarak daha da yeşil ışık yaktılar. O günden bugüne Kıbrıs Rumları büyük zorluklarla masaya koydurttuğumuz, bizim üzerinde durduğumuz ilkelere sırt çevirmiş oldular. Tamamen sırt çevirmişlerdir.
Neden? Çünkü artık bize hiç ihtiyaçları kalmadığını anlamış bulunuyorlar.
Ne diyorlar?  “Kıbrıs Cumhuriyetinin egemenliği vardır. Bu egemenlik bütün adayı kapsar. Türklere ayrı egemenlik vermek veya bunu düşünmek katiyen olmaz” diyorlar. Dolayısıyla, Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasını değiştirerek bunu federal bir anayasaya dönüştürecekler ve mesele burada bitecektir. Bunu gerçekleştirmek için de, esas hedef Avrupa Birliğine girmektir.
Avrupa Birliği’ne niçin girmek istiyorlar? Bunu yine Clarides söylüyor: “Avrupa Birliği’ne girdiğimiz takdirde garanti anlaşması geçerliliğini kaybeder. Hudutlar ortadan kalkar. Çünkü Avrupa içerisinde hudut yoktur. Dolayısıyla bütün göçmenler -Rum göçmenler tabi-  eski yerlerine gider. Türkler aramıza yeniden gelmek isterlerse buyursunlar. Biz onları severiz. Bizim kavgamız onlarla değil, Türkiye ile”. Sanki 16 günlük bebek, ilkokul talebesi Türkiye. Bizi çok severlermiş. Biraz daha severlerse daha çok sövecekler. Onun için yaptıkları edebiyat bu. Biz, Amerika ve Avrupa’nın temsilcilerine bunları da söylüyoruz. Onlar da bize; “Merak etmeyin. Clarides bize kapalı kapılar arkasında sizin üzerinizde durduğumuz ilkeleri kabul edeceğini söylüyor. Onun için siz geliniz. Avrupa birliğine federasyon olduğunda gitmeye razıyız deyin. Clarides’le sizin egemenliğinizi, eşitliğinizi, garanti anlaşmasının devamını, başkanlığı, kararların bakanlar seviyesinde oy birliğiyle verilmesini görüşün. O bunları kabul edecek. Yeter ki Avrupa Birliğine federasyon olduğunda girmeyi kabul edesiniz” diyorlar. Her diplomata Clarides kapalı kapılar arkasında bunları söyler. Ama kendi halkına böyle vaizlerde bulunduğunu hiç duymadım. En son bana gelen de Clarides’in aynı sözleri ile geldi. Clarides’in ne söylediğini bilmek için kâhin olmak gerekmez. 
Biz hazırlandık ve gelen AB heyetine bir belge verdik. Eşitliğimizi, egemenliğimizi, Türkiye’nin garantisinin devamını kabul etmek kaydıyla, biz de federasyon olduğumuzda AB’ne girmeyi kabul etmeye hazırız. Altına da bir paragraf ekledik ve “Ambargolar derhal kalksın. AB’nin de Rumların isteği üzerine aleyhimize almış olduğu ambargoyu meşrulaştıran kararları da kaldırılsın” dedik. Baktılar ve dediler ki: “Bu ikinci kısmı çıkartalım. Onu satamam, kabul ettiremem. Eğer razıysanız birinci paragrafı götürelim. Bunu da artık olmuş biliniz…”
Ben kâğıt oyunu oynamam ve bilmem ama sadece “papaz oyunu” öğrendim. Derler ki, kâğıt oyununda bile karşı tarafı bileceksin. Zar tutar mı? Atar mı? Kâğıt çalar mı? Bileceksin. Biz Rum’un içini ve dışını biliyoruz. Onun için dedik ki: “Biz kabul ediyoruz. Gidin, Klerides’e buna razı olduğumuzu söyleyin.” Gittiler. Yirmi dakika sonra bana telefon ederek geri gelmek istediklerini söylediler. Nihayet geldiler. Yüzleri asık. 
“Ne oldu?” dedim.
“…Efendim siz federasyonuz ama onlardan egemenliğinizi, eşitliğinizi, garanti anlaşmalarını derhal tanıdıklarını söylemelerini istiyorsunuz.”
“Bir eşitlik, bir denge yok.” Bu mu sıkıntınız. “tezekkür ediyoruz” ibaresini kaldırıp yerine “kabul ediyoruz” ifadesini koyuyoruz. “Mademki federasyon olduğunda onlar bu şartları kabul ediyor biz de federasyon olduğunda AB’ne girmeyi kabul ediyoruz.” Yine yüzleri gülmedi.. “Ne var, sevinmediniz?”  dedim. Diyorlar ki: “Yine olmadı”. “Niçin?” dedim. “Efendim eşitlik üzerinde anlaşamamışız…”
Hani anlaştıydık? Hayır, temsil meselesiymiş. Eşit, ya eşittir ya da değildir. Eşitliğin temsili var mı?
Egemenlikte de anlaşmamışız meğer. Hani kabul ettiydik. Hele de garanti anlaşmasının devamında asla anlaşmamışız. Çünkü davalarına aykırıymış. Tabi aykırıdır. Senin 32 yıllık mücadelen bu garanti anlaşmasını ortadan kaldırmak içindir. Bizim de 32 yıllık direnişimiz bu anlaşmaya, bu hakka dayanılarak yürütüldü. Ümidimiz o garanti anlaşmasıdır. Anadolu’nun eli, sesi, her şeyidir garanti anlaşması. Bu anlaşmadan dolayı Anadolu, o küçücük adaya “işte buradayım” diyor. Ve biz 1960 anlaşmalarını “bu vardır” diye kabul etmişiz. Yoksa kabul etmez, göç ederdik Kıbrıs’tan.
Şimdi de durumumuz aynıdır. Bunlar zayıflatılamaz, sulandırılamaz. Aksi takdirde Kıbrıs elden gider. Ve yine Avrupa’nın bize barış getiren(!)  meleklerine ve dostlarına diyoruz ki. “Bakın, Rum’un oyununu iyi anlayınız. Kıbrıs meselesinde iki ana vatanı eşitlemek suretiyle, ada çapında da iki toplumu eşitlemek bir anlaşmaya varılmıştır. Temel budur. Bunlardan her hangi birini bozduğunuz an, akıntı diğer tarafın lehine sizi alır götürür. Onun için bozamazsınız. Garanti anlaşmasının altında Türkiye sadece bizi garanti etmiyor. Türkiye’nin Kıbrıs üzerinde çeşitli çıkarları vardır. Anlaşma ile Türkiye kendi çıkarlarını da garanti ediyor.”
Nedir bu çıkarlar? Rahmetle andığımız Sayın Fahri Korutürk ve Sayın İsmet İnönü bize; “Türkiye’yi büyük bir badirenin içine sürükledik” dediğimizde daima hatırlatırlardı. Ve“Denktaş Bey, eğer siz olmasaydınız dahi Türkiye, Kıbrıs’ın Yunanistan’a gitmesine müsaade etmez ve edemez. Çünkü Kıbrıs Yunanistan’a giderse yani düşman eline geçerse, Türkiye açık denizlere çıkan bir ülke olmaktan çıkar. Ve bu durumda Yunan, adalarıyla bizi bağlamış, boğmuş olur. Bu nedenle dava müşterektir ve biz bunun bilinci içerisinde büyük mücadeleyi verdik” derlerdi.
Türkiye’mize, anavatanımıza, gözümüz gibi sevip koruduğumuz anavatanımıza Yunan’ın eli Kıbrıs üzerinden uzanmasın, Kıbrıs adası Türkiye’mizin bağrına saplanacak bir Yunan hançerine dönüşmesin diye Kıbrıs Türk’ü varını yoğunu yıllarca ortaya koymuş; Anadolu’daki kardeşlerinin heyecanından güç almış, Türk hükümetlerinin ellerinden geldiklerince verdikleri destekle de yıllarca mücadele etmişlerdir. Ve nihayet Cumhuriyetini kurmuştur. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni de Türkiye tanımıştır.
Şimdi, bizi ne yapmak istiyorlar? Yakında Sayın Kolh gelecek ve iki taraf olarak hangi noktalarda anlaştığımızı tespit edecek, böylece anlaşamadığımız noktalar ortaya çıkacak. Anlaşmaya varalım diye de anlaşamadığımız noktalar üzerinde de bize yardımcı olacak. Kolh’un temsilcileri aracılığı ile benim ona ilettiğim mesaj: “Kıbrıs Rum’una lütfen sorun.1960 anlaşmalarında Türklere fazla hak verildi de Rumlara haksızlık mı yapıldı? Ortaklık cumhuriyetini yıktılar. Evvela gerekçeleri buydu. Kazandıklarını artık geriye gitme olmadıklarını sandıkları zamanlarda Avridas planını da ortaya çıkardılar. Enosis için yola çıktıklarını açık açık söylemeye başladılar. Sonra şans döndü. Hata üzerine hata yaptılar. Biz kurtulduk ve şimdi 1960 anlaşmalarına ek daha güçlü haklar istiyoruz. Egemenliğimizin bize ayrı şekilde tanınmasını istiyoruz. Ayağımızın altında sağlam bir toprak istiyoruz. Ve milli hedefleri olan garanti anlaşmasının asla ortadan kalkmayacağını savunuyoruz. Bu şartlara razı olanlar evvela bunları söylesinler de vakit kaybetmeyelim. Yoksa gerisi boş laftan ibarettir” şeklindedir.
Efendim, mahkemeler nasıl olacak? Polis nasıl olacak? Asker nerede oturacak? Vs. bunlar hepsi laf. Evvela çatı da anlaşıyor muyuz? Temelde anlaşıyor muyuz? Bunları konuşun kendilerine, ondan sonra bizimle meşgul olun. Bizimle uğraşmanıza da gerek yok. Uğraşacağınız taraf bütün Kıbrıs’ın hükümeti olduğunu sanan ve sizin sayenizde AB’nin kapısından içeri girmeye çalışan Rum tarafıdır. Bunları söylüyoruz ve söylemeye devam edeceğiz.
Batı, Türkiye’nin Gümrük Birliğine girme çabasından istifade ederek, Kıbrıs meselesini kendi istedikleri yöne çekme yönünde büyük çaba harcanmıştır. Ve bildiğiniz gibi spekülasyonlar ortalığı iyice karıştırmıştır. Seçimlerinde gelişi bu spekülasyonlara, iç politikada da başka unsurlar eklemiştir. Dolayısıyla Kıbrıs Türk’ü de ve aynı zamanda Kıbrıs meselesini bir namus meselesi yapmış olan ve böyle bilen Anadolu halkı da tedirgindi.
Meselenin boyutlarını biz adım adım takip ediyoruz. Avrupa Birliğindeki avukatlarımız kanalıyla da konuyu inceletmeye devam ediyoruz.
Endişe verici bir durum var mıydı? Vardı. Deniliyordu ki; “Yapılan anlaşmanın filan maddesine bakın. Türkiye Cumhuriyeti ile Kıbrıs Cumhuriyeti beş yıl içerisinde gümrükleri sıfırlayacaklardır. Kuzey Kıbrıs’tan hiç bahsedilmez. Dolayısıyla Türkiye büyük bir ödün vermiştir.”
Bu ve benzeri inceleme ve açıklamalar tabiatıyla bizi tedirgin ediyor. Türkiye AB Adalet Divanı kararlarına artık mecburen itaat edecektir. Bu da Kıbrıs’ı gözden çıkarma anlamına gelir. Bunların içerisinde gerçek payı olan argümanlarda var. Olmayan da var. Bize, Avrupa’daki avukatların söylediği şudur: “Türkiye Gümrük Birliği’ne girebilmek için Kıbrıs konusunda Avrupa ile direkt çatışmayı beş yıl ertelemiştir.”
Abant Kararı ise Türkiye’nin,  Gümrük Birliği (5 Mart 1995’de dönemin Başbakanı Tansu Çiller tarafından imzalanmıştır.) ile yapmış olduğu kararın tescilinde müracaat edilecek bir makamdır. Abant, Türkiye’nin siyasi iradesi ile ilgili bir karar veremez.(O sıralarda Anavatan Partisi’nin Bolu Abant’ta yaptığı toplantılarda almış olduğu kararlardan bahsediyor.) Gümrük Birliği ile yapılan anlaşma ekonomik anlaşmadır. Anlaşmanın imzalandığı gün Sayın Tansu Çiller ile Murat Karayalçın Avrupa’da, Avrupa’yı ayağa kaldıran bir beyanatla kendilerinin meseleye nasıl baktıklarını açıklamışlardır. Avrupa’ya hitaben; “Eğer siz Kıbrıs adı altında tüm Kıbrıs’ı Avrupa’ya üye yapacağınızı zannediyorsanız, bu anlaşma olmadan bu işi yapacak olursanız, o zaman biz de Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile birleşiriz. Siz Türkiye’nin KKTC diye bir ülkeyi tanıdığını biliyorsunuz. Biz KKTC ile ilişkilerimizi bozmuyoruz. Siyasi irademiz budur.”
Bu, bizim için güç kaynağıdır. Bir garantidir. Çünkü biz, Türk hükümetlerinin söylediklerine inanmak, güvenmek ve bu inanç ve güvenle yolumuza devam etmek mecburiyetindeyiz. Türk hükümetlerine ortaya atılan bu eleştirilerle, Türkiye’nin Kıbrıs’ta olan ve olacak olan ilişkilerini tekrar ve tekrar, altını çizerek ve çizdirerek bu taahhütleri verdirmenin hem bizim hem de dünya için kıymeti çoktur. Yine müteşekkiriz ki, spekülasyonlar ayyukaya çıktığı için, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel, gereken mesajı hem Türk halkına ve Kıbrıs Türk’üne hem de dünyaya vermek için razı oldular ve ihtiyaç duydular. Bu nedenle de malum deklerasyonu imzalamadılar. Bu tavır ile bir anlamda Türkiye’nin neyin altına inemeyeceği söylenmektedir.
Yine haklı olarak her iki tarafta da eleştiriler vardır. Bu icra yetkisi olmayan bir seviyede yapılmış ve yapılmaktadır. Ama devlet seviyesinde yapılan tartışmalarda Kıbrıs meselesi devletin malı olarak görülmektedir. Devletin ve milletin malıdır. En üst seviyede bu deklarasyonun yapılmış olması bize yeniden güç vermiştir.
Görüyorsunuz ki, ekonomik zorluklar vardır. Bize gelenler şimdi, ekonomik zorluklar üzerinde duruyorlar. Bu ekonomik zorlukları gidermenin yolunu Avrupa Birliği’ne girmekte gösteriyorlar. Onlara da bizim söylediğimiz şudur; “1963–1974 yılları arasında Kıbrıs Türkleri en zor şartlarda, aç kalmak pahasına dahi olsa yenilmemiştir. Diz çökmemiştir. Eller yukarı dememiştir. Şimdi, kendi devletimizin içerisinde, kendi beceriksizliğimizle veya şu yâda bu nedenlerle ekonomik sıkıntı çekiyoruz diye sanır mısınız diz çökeceğiz? Sanır mısınız, göndere bayrağı kan ve can pahasına çekmiş olanlar, hürriyet ve Kıbrıs aşığı olarak, Kıbrıs’ı Rum’a bırakmama yeminini doğduğu andan itibaren edenler, bu bayrağı indirecek ve ekonomik çıkar için Rum tarafına boyun eğecek? Bunu aklınızdan çıkarın.”
Sizleri iyice aydınlatabilmek için yine Avrupa’nın emellerine gelmek istiyorum. Avrupa oy birliği ile karar vermeye mecbur bir birliktir. Bu birliğin içerisinde Yunanistan, bütün açıkgözlülüğü ve şeytanlığı ile elinden geleni yapıyor. Oybirliğiyle karar mı istiyorsunuz? “Veto ediyoruz” diyorlar. Niçin? Türkiye’ye şunu yapmayacaksınız. Kıbrıs’a şunu vereceksiniz. Yani, veto etme ile istediğini yaptırabiliyor. İşte bizi, bu AB’nin içerisine götürmeye çalışıyorlar. Yunanistan onun içerisinde istediği gibi top oynuyor, kaleye istediği şekilde şut çekebiliyor. Ama Türkiye orada yok…
Bu nedenlerle Avrupa ve Amerika’nın önlerine biz 1960 anlaşmalarındaki haklarımızı koyduk.1960 anlaşmaları der ki; “Kıbrıs, Türkiye ve Yunanistan’ın birlikte üye olmadıkları her hangi bir birliğe giremez. Her hangi bir devletle birleşemez.” Tezlerimizi buna dayandırıyoruz ve bu nedenle “veto haklarımız var ve veto ediyoruz” diyoruz. Bunun üzerine bize; “Sakın ha, böyle bir şey söylemeyiniz. Avrupa size gücenir. Çünkü AB dışında her hangi bir devlet, AB’ye kimin üye olacağını ya da olamayacağını veto edemez. Türkiye AB dışındadır ve veto hakkı yoktur” diyorlar. Biz de; “Beyler anlayın, uluslar arası anlaşmalar geçerliyse Türkiye’nin veto etme hakkı vardır. Biz Kıbrıs Türkleri adına konuşuyoruz. Veto hakkı bize de verilmiştir. Biz Kıbrıs’ın yarısıyız. Biz evet demezsek bu gemi yürümez. Siz yürütüyorsunuz. Taktınız bir takaya, çekip götürüyorsunuz. Gitmez. Bu ip kopacak. Yapmayın…” diyoruz. Dinlemiyorlar ve ısrarla Kıbrıs’ı bu yönde götürmeye çalışıyorlar. Bizi de sürükleyebilmek için, ekonomik durumumuzdan da istifade ederek halkımıza, Amerikan-İngiliz ve AB temsilcilerinden oluşan kurullar devamlı olarak çok güzel ve nefis(!) bir propaganda kampanyası yürütmektedirler.
Gümrük Birliği anlaşması ne getirmişse getirmiştir. Kıbrıs’ta bir şey götürmesi ve götürebilmesi milli iradeye bağlıdır. Türkiye’nin iradesine bağlıdır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin “evet” demesine bağlıdır. Dolayısıyla Kıbrıs’ı, Türkiye bir yerlere götürecek mi? “Yoktur” anlamına gelen girişimlere girecek mi? Sorularının cevabını verdim. Bu ana kadar bunun yapılmadığı söylenmişti ve biz bunu kabul ediyoruz. Ama bundan sonra; “Hayır efendim mahkeme kararlarıyla, bu böyle olacaktır”,diyerek Türkiye’yi bir yerlere sürükleyebilecekler mi? Bunu zaman gösterecektir.
Yine de diyoruz ki, barış harekâtı için bütün dünyayı karşısına alan; namus davası bildiği Kıbrıs’ta kardeşlerini kurtarmak ve Kıbrıs’ı Yunan’a bırakmamak için her şeyini ortaya koyan; ABD’nin dört yıl süren ambargosuna dayanan Türk ulusu böyle bir durum karşısında “e.. ne yapalım.Mademki öyleymiş.Varsın Kıbrıs feda olsun da bizim işimiz yürüsün” diyecek mi?
Bunun cevabını biz söylüyoruz ve diyoruz ki;
“BUNU DÜŞÜNMEK GAFLETTİR. ÇÜNKÜ TÜRKİYE KIBRIS’TAN VAZ GEÇMEZ VE GEÇMEYECEKTİR.”        
  Hepinize saygılar sunuyorum.

web tasarım - grafik tasarım - web yazılım - seo - seo yazılım - web reklam - web yazılımcı- web tasarımcı -
Æ SEO YAZILIM

Bu içeriğe yorum yapan ilk siz olun!

  • Ad Soyad:

  • Yorum:

  •  

    @name x

  • UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar hakkında muhatapları tarafından dava açılabilmektedir.
    HAVA DURUMU
    Görüntülemek istediğiniz ili seçiniz:
    banner251
    EN ÇOK YORUMLANANLAR
    BUGÜN
    BU HAFTA
    BU AY
    ARŞİV