Sürekli ağlayan bir çocuk sesi var kulaklarımda…
Yaklaşınca uzaklaştığım, uzaklaştıkça yakınlaştığım seslerin içimden geldiğini çok sonradan fark ettim.
Öyle ki içimde yaşadıklarımı dışımda görebilecek kadar yükseliyordu haykırışlar.
Bir deyim vardır ya; ne kadar çok yaşarsan yaşa sonun kara toprak, hayat bir gün bitecek…
“her şey boş”… Diyerek yine avuttum kendimi… Yine tıkadım kulaklarımı o sese! Yine sustum.
Ve bir gün hepimiz omuzlarda taşınacağız, ancak hiç kimse taşındığını göremeyecek.
Bizler belki de gözü kapalı yaşıyoruz!
Acılara susuyoruz, mutluluklara aç kalıyoruz.
Dünü bugüne giydiriyoruz…
İçimizde ki çocuğun gözü hiç doymuyor.
Hayat mı bizi yaşıyor?
Yoksa biz mi hayatı yaşıyoruz?
Zaman mı bizi kandırıyor?
Yoksa biz mi zamanı kandırıyoruz bilmiyoruz?
Bir ikilem çıkmazı değil midir hayat sizce de?
Kimi yoksullukla mücadele eder.
Kimi şah şahlı, renkli, ihtişam içinde keyif sürdürür.
Öksüz bir dünyanın yetimleri değil midir garipler…
Hayata hükmeden, tepeden bakan değil midir zenginler…
Eşitlik diyoruz…
Hani nerede o eşitlik?
Ha evet eşitlik şu şekilde var.
Mutluluk kadar mutsuzluk, zenginlik kadar da fakirlik eşitliği var.
Adalet olsaydı haram terazide tartılmazdı.
İktidar neyi ön görüyorsa, insanların doğrusu da o oluyor.
Güçsüzün boyun eğmekten başka alternatifi de yok.
Baş kaldırsa, terörist, konuşsa yandaş, sussa satılmış olur.
Sözüm ona içimde ki çocuğu susturacaktım.
Öyle görünüyor ki içimizde çığlıkları hiç susmayacak bir vicdan doğrulaması var.
Bizler ne zaman yanlışa boyun eğsek, ne zaman haksızlıkların esiri olsak, o sesler daha da yükselecek.
Şarttı, şorttu, yasaktı, yasaydı derken, üstümüze giydirilen yaşlı bir kılıfın içinde nasılda yorgun düştüğümüzün farkına varıyoruz…
Öfkemizin keskin bıçak yüzü derimizi yüzerken, gayet sakin bir biçimde olacaklar oluyor.
Irmağın hangi tarafa akması gerektiğine karar verenler, adaletsizliğin kaynağının da onlarda olduğunun farkında-lığını ortaya koyuyor.
Bir çocuk dünyaya gözlerini açıyor ne mutludur ki, Milletvekili babası vardır.
Bir çocuk daha doğuyor ne yazık ki, maden kömüründe işçi babası vardır.
Her doğan çocuk eşit şartlarda dünyaya gelmiyor.
Evet, belki ikisi de çocuk…
Ama ikisi de ayrı kaderleri olan, ayrı yollarda yürüyecek çocuklar olacaklar.
Birinin babası, iki yıl milletvekilliği yaparak emekli olacak.
Birinin babası, altmış yaşına kadar emekli olmak için bekleyecek!
Biri hayata erken başlayıp, pırıl, pırıl bir geleceğe sahip olacak.
Diğeri kömür karası bir hayatın elleriyle kazılmasının verdiği yorgunlukla, hayat mücadelesine yenik düşecek!
Anladım ki, kulaklarımda hiç susmayan çocuk seslerinin geldiği yer, maden ocaklarının yıkıldığı, göçük altında kalmış babaların ve doğmamış çocukların yetim kaldığı o karanlıkta yükseldiğiydi…
Maden ocaklarında hayatı simsiyah yaşayan, tüm yüreklerin çocuk sesiyim ben…
Emeği yüzüne bulaşmış, kapkara kömürün sakladığı asil suretlerin alın teriyim ben…
Bu içeriğe yorum yapan ilk siz olun!