banner238

banner228

banner220

banner245

banner246

banner247

banner319
20 Mayıs 2024 Pazartesi

Adaylığımı açıklayacağım Aziz Yıldırım iddialara noktayı koydu

Erdoğan'ın 'veda hutbesi' mi olacak?

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın son kez aday olması konusunda Fatih ALtaylı, Aziz Babuşçu'ya bu soruyu sordu.

19 Eylül 2012 Çarşamba 10:39
Erdoğan'ın 'veda hutbesi' mi olacak?
banner263
Erdoğan'ın 'veda hutbesi' mi olacak?

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın son kez aday olması konusunda Fatih ALtaylı, Aziz Babuşçu'ya bu soruyu sordu. 

Habertürk TV'de ekranlara gelen 'Teke Tek' programında Habertürk Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı'nın konuğu AK Parti İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu oldu. Babuşçu yaklaşan AK Parti Kongresi'nden Cumhurbaşkanı seçimlerine, partiye katılan yeni isimlerden yerel seçimlere, dış politikadan terör eylemlerine değin bir çok konuda açıklamalarda bulundu.

Fatih Altaylı'nın sorularına Aziz Babuşçu'nun verdiği yanıtlar şöyle:


AK Parti'nin 30 Eylül'de kongresi var. Bu ciddi önem taşıyan bir kongre. Partinin tüzüğünde bir kural var, üç gün üstüste seçilen milletvekilleri görev alamayacak. Partinin merkez karar organları değişecek, parti meclisi değişecek. Bu kurala hakikaten uyulacak mı?

AK Parti'nin 4. Olağan Kongresi birkaç açıdan önemli. Sayın Başbakanımızın kendi koyduğu ilkesel bir duruşu, son kez genel başkanlığa aday olmuş olması. Parti kuruluşundan itibaren 11 yıl sonra bakıldığında da önemli bir kongre. Tabii ki yeni arkadaşların parti meclisine katılması açısından önemli. Sayın Başbakanımızın ilkesel olarak getirdiği en önemli hususlardan bir tanesi, karar noktalarında geri adım atmaması. Bu konuda sayın genel başkanımıza farklı anlamda taleplerin de geldiğini biliyoruz ama bu konuda değişiklik olmasını beklemek abesle iştigal olur. AK Parti'nin 11 yıl sonra kongre olması itibarıyla önemlidir. Bu kongreyle AK Parti'nin gelecek siyasetin de önemli bir aktörü olduğu gerçeği var. Sayın Başbakanımız bu kongrede manifesto niteliğinde konuşmasıyla siyasetin gelecekteki hatlarını belirleyecek. Sayın genel başkanımızın kendisinin ne olacağından çok partinin ne olacağını çok daha fazla düşündüğünü ben biliyorum. Bu kongrenin Türkiye'nin gelecek siyaseti, ufku ve vizyonu açısından önemli bir kongre olacağını düşünüyorum.

Bir anlamda veda hutbesi mi olacak?

Sayın Başbakanımızın veda etmek gibi bir tarzı yok. Kendisi Türk siyasetinde aktif olmaya devam edecek. Partimize yeni katılan arkadaşlarımız da gelecek ufkunu taşıyabilecek nitelikte. AK Parti Türkiye'nin ortak aklıdır. Bunu ben parti mensubiyeti açısından söylemiyorum. Türkiye'nin gelecek ufku açısından da başka bir siyasi duruşu görmediğimden dolayı ifade ediyorum. Türkiye'nin ortak aklıyla bütünleşecek olan herkes AK Parti'de gelir yerini alır.

Yeni isimler, sürpriz isimler olacak mı?

Sayın Başkanımızın partimizin karar süreçlerinde, milletvekillerimizin, il başkanlarımızın, gençlik ve kadın görüşlerini aldı. Bunları büyük bir ciddiyet içeresinde isim havuzunda değerlendirildi. Bu siyaset tarzına katkı sağlayacağı düşündüğü isimler yeni dönemde yer alacak.

Sayın Başbakan diyelim ki 3 dönem sonra bıraktı. Cumhurbaşkanı oldu veya olamadı. Şöyle bir şey olabilir mi, sayın Başbakan bıraktı, 2015 seçimlerinden sonra, sonra erken seçim yapıldı ve tekrar girme şansı var mı?

Bu tüzük kuralının muhatap olduğu herkes için geçerlidir. Bir dönem ara verdikten sonra farklı kombinezonla siyasette yer alabilirler. Bu karar siyasetin yenilenmesi ve tazelenmesi anlamında çok çok önemlidir. siyaset ille de milletvekili, belediye başkanı düzeyinde yapılacak bir iş değil. Çok deneyimli bir siyasetçi sivil toplum kuruluşunda da bu ülkeye karşı hizmetini yapabilir. Bu kararın önemli olduğunu düşünüyorum.

Yeni seçilmiş başbakan o sivil toplum kuruluşuna 'sen işine bak' demez mi?

Sivil toplum kuruluşu 'Ben hakim gücüm' tarzını benimsiyorsa o zaman ona 'sen işine bak' denir. TÜSİAD geçmişte de bu anlamda da farklı görevler üstlenmiş, geçmişiyle yüzleşmesi gereken bir durum var.

Bugün TÜSİAD aynı kafada mı?

Değiştiğini düşünüyoruz, ama bazı çıkışlarına baktığımızda hiçbir şey değişmemiş diye düşünüyoruz. TÜSİAD geçmişiyle yüzleşsin. Şimdi Gaziantep ruhu diye bir şey konuşuldu. Bu paralelde Meclis Başkanımız milli mutabakat metni türünden bir açıklamada bulundu. Bir şeyleri ilk defa söylüyoruz anlamında Gaziantep ruhu bana göre sorunu çözüm noktasında bir katkı değildi. Sanki o metin etrafında sorun çözüldü vs. dendi. Oradaki maddelerin bazıları AK Parti iktidarı tarafından hayata geçirilmişti. Biz taşın altına elini koyacak, dert edecek ve katkı üretmek isteyecek herkese her düşünceye açık olduğumuzu hep söyledik. Böyle Gaziantep ruhuyla çözüm üretilmez.

Partiye katılımlar oldu. Bu katılımlarda sizin çok ciddi emeğiniz oldu. Özellikle Numan Kurtuluş yuvaya dönüş gibi algılandı. Süleyman Soylu da çok fazla gürültü koparmadı. Numan Kurtulmuş'un bir lafı vardı 'Harun gibi geldiler Karun gibi zengin oldular' diye. Bu sözler tepkilere yol açtı. Ne oldu da AK Parti'ye katılım gerçekleşti?

Bu sözün muhatabı AK Parti değil. Bu söz eğer mensubiyeti içerisinde bulunduğumuz inanç sisteminin bir duruşunu ifade etmekse, biz bunu hep ifade ediyoruz. Numan Bey de bunu yapmıştır. Biz o öğretinin yaşayanları olarak iktidar olduk, Karunlar'a, krallara karşı iktidar olduk. Numan Bey de zaten bunu o anlamda genel bir çerçevede ifade ettiğini söyledi. Ben AK Parti il başkanı olarak, siyaset anlayışım içerisinde bunu kullanırım. Karunlaşmaya karşı bir tavrım vardır. Benim mücadelem okullu yıllardan itibaren buna karşıdır. Numan Bey de AK Parti'ye söylemediğini ifade etti. Numan Bey'in AK Parti'ye katılıyor olması, geçmişten bugüne zaman zaman farklı isimler tarafından önerilen bir süreçti. Bunun tekamülü ve sonuçlanması şimdi olabildi. Bu süreçte kimin nasıl katkı yaptığından ziyade sonuçla ilgili olmak lazım. Numan Bey bu ülkenin yetiştirdiği akademik anlamda değerlerden biridir. Türkiye'nin gelecek ufkuna katkı verecek, AK Parti'nin siyaset tarzıyla bütünleşebilecek bir siyaset adamıdır.

Milli Görüş döneminden itibaren Numan Bey, Tayyip Bey'den farklı düşünen bir isimdi. Tayyip Bey halkın demokrasiyle iktidara geleceğini düşünürdü. Numan Bey böyle düşünmezdi. Bugün Numan Bey, AK Parti'nin öne sürdüğü demokratik sistemin işleyişine inanan biri haline geldi mi?

Bence Numan Bey'in demokratik halk iktidarı denildiği biçimde geçmişte nasıl düşündüğünü bilmiyorum. Numan Bey'in AK Parti'nin siyaset tarzına inanan bir insan olduğunu biliyorum. Bu anlamda sayın Başbakanla farklı düşündüğünü sanmıyorum. Ama meselenin değerlendirme biçimi farklılığı olabilir. Onun için ben Numan Bey'in geçmişte farklı düşünüyor da bugün bu noktaya geldi diye değerlendirmiyorum. Numan Bey, Milli Görüş hareketi içerisinde rahmetli hocanın yanında kalmayı, siyaset yürütmeyi daha doğru buldu. Ama bugün itibarıyla AK Parti'nin ortaya koyduğu siyaset tarzını, biçiminde bir farklılık kalmadığı düşündüğü için olması gereken yerdedir.

Deniyor ki, Başbakan Erdoğan AK Parti'yi merkez sağa oturttu ve etrafta herhangi bir alternatif bırakmadı. Kurtulmuş'u kişi olarak değil bir merkez olarak kendi çatısı altına alıyor. Demokrat Parti eski liderini de aynı şekilde partiye alıyor. Niyet bu mudur?

Ben Türkiye'nin ortak aklı dedim. Bilinçli kullandığım bir tabirdir bu. AK Parti'nin siyaset ilkeleriyle bütünleşen herkes bu partide siyaset yapabilir. Yeniden büyük Türkiye fikrinin ve lider ülke fikrinin ortak akılla mümkün olduğu en yüksek oranda desteklenebileceği insanları buraya toplamaktır. Yoksa geçmişte merkez siyaset yapan bize gelmek isteyen herkese kapımız açık değil. AK Parti'de siyaset yapmak için bu partinin ilkelerini, yaşam tarzını benimsemek gerekir. Bizim milletten başka meşruiyet kaynağımız yok. Milletten başka hiçbir güce boyun eğmiyoruz. Sayın Başbakanımızın dediği gibi bu milletin dudağından dökülen hayır dualarına talip olmak. Ben Süleyman Soylu beyin de bu anlamda, Türkiye'nin ortak aklına katkı sağlayabileceğini biliyorum. Eminim süreç içerisinde ortak akıl paydaşlığında buluşacak siyasi kadro ekip burasıdır.

Ben size baktığım zaman sanki AK Parti'nin hükmi şahsiyeti ile konuşmuş oluyorum. AK Partililiği ve AK Parti'nin değerlerini fazlasıyla benimsemiş ve bünyesinde barındırmış bir haliniz var. Hakikaten AK Parti gibisiniz. Milletvekili olmak, bakan olmak, parti merkez karar yönetim kurullarında olmak en doğal hakkınız. Niye istemediniz böyle bir görev?

Ben siyaseti 2004'ten beri AK Parti'de yapıyorum. Öğrencilik yıllarından bu yana siyasi aidiyet içerisindeydim. Siyaseti bir hizmet aracı olarak değerlendirdim. Geldiğim noktaya şu ya da bu şekilde ilişki zeminlerini zorlayarak gelmedim. Bana hangi görev verilmişse oraya geldim. Benim il başkanım olarak birinci önceliğim, yerel seçimlerde bu teşkilatı en donanımlı şekilde hazırlamaktır. Üstlendiğim sorumluluğun hakkını vermek lazım. Doğrudur, sayın Başbakanımız milletvekili seçimlerinde nezaket gösterdi ve davet etti. Ben kendisine bu hizmeti il bazında yapmamın daha iyi olacağını söyledim. Ve hamdolsun güzel bir sonuç elde ettik. Ben siyasette plan yapmıyorum, şu anda hangi pozisyondaysam en iyi şekilde yapmak gibi bir kaygı taşıyorum. Ben derdimi çok seviyorum. Şairin dediği gibi 'Bir derdim var bin dermana değişmem'. Ben arkadaşlara şunu söylerim, siz iyi bir taş olursanız, usta sizi en iyi değerlendirir. Siz iyi bir taş olmaya bakın. Ben yaptığım işin hakkını vererek ve yoğunlaşarak hedefe ulaştırmayı düşünürüm ve hesap içerisinde olmam. Ben gençlik kollarıyla, kadın kollarıyla öyle bir yol arkadaşlığı oluşturdum ki, bunun siyasette elde edilebilecek en büyük pay olduğunu düşünüyorum. Bugün AK Parti İstanbul İl Başkanıyım. Önümde 2013 seçimleri var ve ben stratejik planlarımı hazırlamakla meşgulüm. Neyi, nasıl ve kiminle yapacağımızın stratejik planını hazırlıyoruz.

AK Parti'ye transfer edilecekler arasında çeşitli isimler geçiyor Orhan Miroğlu, Osman Can, Erol Göka, Haşim Haşimi gibi. Bunlar partiye katılacak mı?

Benim bu isimlerle ilgili herhangi bir bilgim yok.

Yerel seçimleri erkene çekmekteki gaye ne?

Kış koşulları gerçekten İstanbul'da bile çalışmaları zorluyor. Bu anlamda öne çekilmiş olması, kış koşullarının iyileştirilmesi açısından önemliydi.

Gazeteci Ruşen Çakır Cumhurbaşkanı Basın Danışmanı Ahmet Sever'in düşüncelerini yazdı. Fatura sanki Çakır'a çıktı. Sanki Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında henüz oluşmuş net bir fikir yok ve çatışma var gibi bir tablo çıktı. Geçenlerde yetkili bir isim 'Abdullah Gül dışında partinin başına geçmesi sıkıntı yaratır' dedi. Gül adı üstünde mutlak bir konsensüs oluşur ve kimse 'Niye Abdullah Gül de ben değilim' diyemez. Siz buna katılır mısınız?

Sayın Cumhurbaşkanımızın görev süresi tamamlandığında, sayın Başbakanımız Cumhurbaşkanlığı makamına çıkarsa AK Parti'de genel başkanlıkla ilgili bir kavga olmaz. AK Parti'nin siyaset yapma zemini ve ilkeleri böyle bir kavgayı hazmetmez. Böyle bir çekişmeye girecek, 'ben niye değilim' yarışını hissettirecek isim harcanır ve teşkilat bunun arkasında durmaz. Bizim siyaset anlayışımızda 'ben'den ziyade 'biz' önemlidir. Dolayısıyla bu parti, o kurumsal kimliğinde tekamül etmiş bir parti olarak zamanı geldiğinde bu süreci tartışır ve değerlendirir. Nasıl ki, mevcut Cumhurbaşkanımızın aday olma sürecinde bu tartışmalar karşılık bulamamışsa, aynı şekilde sayın Cumhurbaşkanımız ile Başbakanımız arasındaki ilişkiyi doğru okuyamayanlar yanılıyorlar. Genel başkanımızın kim olacağı konusunda sayın Başbakanımız, partimizin karar alma süreçler oturur değerlendirilir, bir isim çıkar, teşkilatlarımız da onun arkasında durur.

Terörün hortladığını hepimiz biliyoruz. Irak'ta bir belirsizlik olmadığı zaman Türkiye ağır terör faturası ödedi. Şimdi Suriye'de belirsizlik var benzer fatura ödüyoruz. Dışişleri Bakanı Ahmet Davudoğlu'nun dışişleri bakanı olmadan önce 'komşularla sıfır' diyordu. Türkiye sonra 'komşularla ağır sorun' durumuna geçti. İran'la problemliyiz. Irak'taki merkezi hükümetle ciddi problemimiz var. Ve Suriye'de de sayın Başbakanın altında bir Esat vardı fakat birdenbire Esat başka bir boyuta geçti. İlişkiler bozuldu. Doğu ve Güneydoğu sınırlarımız tamamen düşmünla doldu. Nasıl bu hale geldik?

Dış politikada sıfır sorun anlayışını konuşmak lazım. Burada farklı algılamalar var. Suriye üzerinden gidersek, sıfır sorun noktası stabil, karşılıklı menfaatların korunduğu bir dış politika zeminini tanımlar. Suriye ile bu dış politika zemini karşılıklı menfaatlerin gözetildiği, karşılıklı akrabaların yaşadığı zeminde sıfır sorun noktasında yürüyor idi. Sıfır sorunu bozan şey, bizim dış politika anlayışımızı sürdürürken bugün Suriye'nin içine dıştığı sorunu öngörerek karşılıklı diyalogla yapmak istediğimiz şeyin karşılık bulmamasıdır. Aslında biz yine sıfır sorun noktasındayız ve Suriye'yi başlangıç noktasına çekmeye çalışıyoruz. Birileri ile ilişkilerimiz bozulduysa sıfır sorun çizgisinin karşımızdakiler tarafından terk edilmesinden dolayı olmuştur. Biz sıfır noktasında duruyoruz. Bizim şu ya da bu şekilde ülkelere tavır alışımızdan kaynaklanmıyor. Sıfır sorundan uzaklaşan ülkelere tavır geliştiriyoruz. Suriye Arap baharının ortaya çıkardığı bir süreç değil. Bu uluslararası güç merkezlerinin belirlediği bir süreç. Osmanlı imparatorluğunun tasfiye sürecinin devam ettiğinin devam ettiği süreciyle ilişkilendiriyorum. Türkiye hasta adam, iyileşmeyen ve ölmeyen Türkiye AK Parti iktidarı ile silkelendi ve önce yatakta oturdu ve ayağa kalktı. Ortadoğu'da Balkanlar'da lider ülke, belirleyici ülke olmaya kalktı. Büyük ülke olma idealini yeniden yakaladı. Bu o güç merkezleri tarafından doğru bir şey değildi. Bunun müsebbibi AK Parti diye bir siyasi partidir. Bana göre Suriye özelinde olan ve oradan hareketle PKK'nın uluslararası güç merkezlerinin taşeronu haline gelen PKK'nın o tavrı bu projeye hizmet eden AK Parti'yi tasfiye etmeye dönük, direk liderini hedef alan plan ve proje olduğunu düşünüyorum. O güç merkezleri Suriye'ye direk girmemizi de istemiş olabilirler. Ama sayın Başbakanımızın liderliği, ufku bunun önüne geçmiş ve ne olup bittiğini de çok iyi anlayan bir duruşla olayı sevk ve idare ediyor. Saldırılar AK Parti'nin tasfiye amaçlıdır. Bu anlamda Suriye'nin mutfağının kullanıldığı Türkiye'yi bir kuşatma operasyonu olarak görüyorum. Bu ülke şimdiye kadar pekçok uluslararası senaryoyla karşı karşıya geldi ama hepsinin üstesinden gelebildi. İnşallah demokrasiden, hak ve özgürlüklerden ödün vermeden hem teröre karşı olan mücadelemizi nihayetlendirinceye kadar sürdüreceğiz, hem de büyük ülke olma idealini taşıyacağız.

Bugün dünyada uluslararası güç merkezi diyebileceğimiz aslında bir tane ülke var, ABD. Baktığınızda ABD ile Türkiye'nin ilişkileri iyi gibi duruyor. Erdoğan ile Obama'nın yakınlıkları üst düzeyde. Bu işleri ABD mi yapıyor?

İsrail bölgede ABD dış politikasının bile kendi özgünlüğü olmadığı kadar karıştırıcı bir faktör. Rusya'nın Suriye ile ilgili tavrını görüyoruz. Avrupa'da bazı ülkelerin Türkiye üzerindeki senaryolarında etkin olduğunu biliyoruz. Almanya'nın son zamanlardaki tavrı ortada. Obama ile sayın Başbakanımızın arasındaki ilişkiler iyi gidiyor dediniz. Son dönemlerde ABD'de kendini bilmez bir şahıs bir film yapıyor. Bu filmin fragmanı gösterilmeye başlayınca müslüman coğrafyasında insanlar ayağa kalkıyor. Haklı ama provoke edilen bir tepki ortaya çıkıyor. Libya'da bir ABD diplomatıyla 3 arkadaşı öldürülüyor. Bu ABD'deki Neoconların aynı zamanda Obama'mın halk desteğini aşağı çekeceği bir organizasyon olduğu düşünülemez mi? Bir güç merkezi deyince bunu ille de ABD ve devlet olarak düşünmek gerekmiyor. O güç merkezleri ABD dış politikasına, siyasetine etki eden bir anlayış olabilir. Bir anlamda derin devlet gibi. Bizim Suriye, İran'la, Ortadoğu ilişkilerimizde 'kazan kazan' politikamız bazen ABD'yle örtüşür, farklı da düşebilir.

Türkiye bir hasta adamdı dediniz. Güç merkezleri bu hasta adamın hep yatmasını istedi. Ama AK Parti iktidara geldi önce doğruldu ve ayağa kalktı dediniz. Hasta adam ayağa kalktı ama acaba hasta adam daha tam iyileşmeden maratona mı çıktı? Türkiye ekonomik olarak parlak yıldızdı ama birdenbire Türkiye istemediği kadar ciddi sıkıntılarla karşılaştı. Acaba erken mi koşmaya başladık?

Lider ülke olmak, sorun alanlarında belirleyici olma bazen sizi olması gerekenden olması gerekenden daha hızlı koşmaya sevkeder. Henüz ısınmadan koşmaya kalkarsınız hazırlıksız yakalanabilirsiniz. Arap baharı çerçevesinde sayın Başbakanımıza müthiş bir teveccüh var. Sayın Başbakanımızın o coğrafyadaki gezilerde sanki Bağcılar'da miting yapıyormuşcasına bir ilgiye mazhar oldu. Bu ilgi sizi o ülkelerde yaşanan haksızlıklara karşı çare olabilme konusunda yeterince ısınmadan koşma temposuna taşıyabilir. Ama bizi zorlayan bu koşullarda çok hızlı yol almamız gerekiyordu ve o tempoya ayak uydurduk. Sayın Başbakanımız kendisini hep maraton koşucusu olarak tanımlar. Bu bir sendeleme olabilir ama aynı tempoya devam ediyoruz.

Hep Esad'a ömür biçiliyor. Ama hala dayanıyor. Uluslararası camia Türkiye'yi yalnız bıraktı. Şimdi ellerini ovuşturarak seyrediyorlar. Buna ABD'de dahil. Esad meselesi diyelim ki uzadı. Diyelim ki, uluslararıs bir konsensüs oluştu ve Esad kalsın dediler. Ne yapar Türkiye?

Biz Suriye halkının haklı taleplerinin yanında birileri bizim yanımızda olduğu için olmadık. Biz zulüm altında olan bütün coğrafyadaki taleplere cevap olmaya çalıştık. Suriye bizim hemen yanımızda 900 km. sınırımız olan, karşılıklı ailelerin gidip geldiği bir komşumuz. Halk özgürlük, demokrasi ve hukuk talebiyle ayağa kalkmışsa ve idarecisini bu noktaya çekmeye çalışıyor ise, o yönetici kendi halkını katlediyor ise bizim buna kayıtsız kalmamız mümkün değil. İster yanımızda kimse olsun, ister olmasın. O ülkeler Esad kalsın istese de, bunu asla kabul etmeyecek olan bir halk hareketi var. Bütün koşullar içerisinde Esad'ın kalacak olması insanoğlu pratiğine terstir. Bugün olmaz yarın olur, nihayetinde Esad o ülke yönetimden gider. İnsanlık tarihinin geçmişte yaşanan bütün örnekleri budur.

Ya 5 sene kalırsa?

Böyle bir şey olmaz. Her gün onlarca insanın katledildiği bir kıyımdan bahsediyoruz. Ben halkın direnişinin, özgürlük ve demokrasi taleplerinin, hukuk beklentisinin ve bugüne kadar yapılan zulümlerin nihai noktaya geldiğini, halkın er ya da geç bir yönetimi kuracağını düşünüyorum.

Süre?

Süre söylemek kolay değil.

Irak'ta El Maliki gangster havalı bir adam haline geldi. İran ve ABD'nin tam desteği arkasında. Bir yandan Türkiye'ye sürekli tehditler savuruyor. Neredeyse savaş tehdidi savuruyor. Yegane güçlü muhalifi ise Türkiye'de. Irak'ta ne yapmayı düşünüyor iktidar?

Bizim Irak'la ilgili olarak da Suriye'deki süreci izleyişimizden farklı bir duruşumuz yok. Irak'ta ABD müdahalesinden sonraki süreçte de mazlum ve mağdurdan yana olan tavrımızı koyduk. Bugün Irak'ta varolan Maliki yönetimi, ABD'nin ve İran'ın mezhepçi yaklaşım dolayısıyla desteklediği bir pozisyonda ucuz kabadayılıkla Türkiye'ye tehditler savuruyor. Bunun pratik bir karşılığı yok. Irak'ın ABD'nin bölge ile ilgili hesaplarından bağlantısız bir duruş sergileyeceği abesle iştigaldir. Irak henüz oturmamış bir yerdir. Ertelenmiş, ötelenmiş, çözüme kavuşturulmamış bir yerdir. Burada İran'ın özellikle Suriye özelindeki desteği ve o destek çerçevesinde bir şii hat oluşturma konusundaki anlayışı çok daha fazla eleştirilmeli ve değerlendirilmeli diye düşünüyorum. Bizim Irak'la, İran'la karşılıklı menfaatlerin korunduğu anlayışla ilişkilerimizi sürdürürüz. Ama bu ilişkileri Irak'taki kabadayı öte bir noktaya taşırsa onun cevabını alır.

Türkiye terörde sertleşti. Başbakan Erdoğan sürekli olarak 'terörle mücadele siyasette müzakere' diyor. Ancak siyaset tarafını oluşturan BDP'nin terör örgütünden fazla bağımsızlaşamamasıyla bu diyalog gerçekleştirilmedi. Türkiye terörle mücadelede dönüp dönüp başa sarıyor. Sayın Erdoğan 'yargıyla konuştum, dokunulmazlığın kaldırılması yönünde talep gelirse Meclis'te gereğini yaparız' dedi. Bu 1990'lara dönmek demek. Bana göre BDP'li milletvekillerinin çok büyük bölümü bu iş keşke olsa derler ve keyf alırlar. Hakikaten böyle bir niyet var mı?

AK Parti Türkiye'de terör meselesinin çözümü konusundaki tecrübeyi sadece AK Parti'nin meselesi olarak görmedi. Biz teröre karşı ve terörü besleyen bölgenin sorunlarına dair tavrımızı, sayın Başbakanımız ve parti programıyla çok net ortaya koymuşuzdur. Biz terörü konsensüsle, bütün Türkiye'nin siyasi tecrübesi ile biraraya gelip çözmek gerektiğini ifade ettik ve bu konuda hep destek bekledik. Biz iktidara geldiğimizde 'Kürt meselesi' diye bir tanım bile yoktu. O zaman insanlar bizden OHAL'i kaldırmamızı istemişlerdi. Bugün geldiğimiz süreçe OHAL'in hiç konuşulmadığı bir süreçtir. Artık bunlar konuşulmuyor. Meselenin terörle bölge insanların sorunlarını birbirinden ayıran, PKK'nın silahlı mücadeleden vazgeçirip tasfiyeye dönük çözüm üzerinde yoğunlaşıldı. Buradan geriye gidip, 1990'lı yılların güvenlikçi politikalarıyla bir çözüm arayışı AK Parti'nin bugüne kadar ortaya koyduğu projeksiyona uymaz. Sayın Başbakanımız silahların bırakılması halinde operasyonların durdurulacağını ifade etti. Biz terörün bu ülkenin önünü tıkayan, insanlarının tecrübesini, birikimini ortadan kaldıran, şu ana kadar onlarca vatan evladını şehit veren bir bela olarak görüyoruz. Biz silahlı terör örgütünü aynı yöntemle bertaraf etmek ama insanların sorunlarını çözmeye hazır olduğumuzu ifade ediyoruz.

Milletvekillerin hapse atılması sözkonusu değil mi?

Hayır değil. Ama bu ülkede hergün onlarca şehidin verildiği, cenazelerin geldiği bir coğrafyada sen gidip o terör örgütü elemanlarıyla kucaklaşıp, sarılıp 'barış adına kucaklaştım' dersen bunu hiçbir ferde izah edemezsin. Bunun hukuki anlamda bir karşılığı varsa elbette ki olacaktır. Parlamentoda dokunulmazlıklar nasıl olur, nasıl değerlendirir ben bir şey söylemek istemem. Ama 90'lı yılların sorunu besleyen, silahla güvenlik politikaları anlayışın AK Parti'de olmadığını söylemek isterim.

Bugün CHP'den Haluk Koç bir belge açıkladı. Biz 1,5 sene önce yayınlamıştık. Bir yazı yazmıştım 'mutabakat değil PKK tarafından yayınlanan belge' dedim. Şimdi Haluk Bey, hükümetle mutabakat metni diye ortaya koydu. Oslo görüşmeleri bana göre doğru işti. Dünyadaki bütün devletler arka kapıdan, bu nevi terör örgütleriyle bir şekilde görüşürler. Çünkü sorunun çözülmesi gerekir, terörün sona ermesi gerekir. Oslo görüşmeleri basına sızdırıldığında bu terörün hortlayacağı belliydi, çünkü maksatlı sızdırıldı. Türkiye'de toplumsal tepki beklenildiği gibi olmadı. Oslo görüşmelerin kesilmesi hata mıydı, bizim de bilmediğimiz mutabakat benzeri bir şey oluştu mu?

Benim o anlamda bilgim yok. CHP'nin belki de bu ülkenin büyük talihsizliklerinden bir tanesi, ana muhalefet partisinin kendi içinde bir türlü sükunet bulmayan hareketleri. Keşke Türkiye'de sosyal demokrat bir gelenek kendini yeniden üretebilse, güçlü bir muhalefet oluşturabilse. Özellikle milli birlik anlamındaki meselelerine katkı sağlayabilse. Siz 1,5 sene önce yayınladım diyorsunuz. Şimdi Haluk Koç bey çok yeni bir şey yapıyorsa bunun siyasi rantın dışında bir şeyi var mı? Bana göre yok. Devlet kendi sorunlarıyla ilgil suç örgütlerine de sızar ya da görüşme yaphması gerekiyorsa onu yapar. Amaç sorunu çözmektir. Bunun IRA gibi pek çok örneği var. Milletin sağduyusu Oslo görüşmeleriyle ilgili olarak beklenen tepkiyi göstermemiştir. Bu milletin ferasetine hayranlığımı ifade etmemi gerektiriyor. Bu millet bu kadar şehit vermiş, onun acısını duyuyor ve çözülmesini istiyor. Sorunun çözümüne dair, şimdi ya da sonra kiminle ne görüşmesi yapılacaksa devlet bu görüşmeyi yapar. Büyük ve güçlü devlete düşen budur. Kompleks içerisinde hareket etmez. Ne yaptığını bilen devlet bu görüşmeleri yapmalıdır.

Bundan sonraki adımlar ne olabilir sizce?

Terör örgütünün kesinlikle silahı bırakması gerekir. Bunu çok net bir şekilde ortaya koyması gerekir. BDP'nin terörle kendi tutumunu çok net çizgilerle ayıran bir tavır geliştirmesi gerekir. Sayın Başbakanımızın ifadesiyle söylüyorum bu şekilde operasyon durur ve müzakere edilir. Ama insanların elinde silah bulundurduğu sürece aynı mukabeleyi görecektir. Bu dediğim gibi terör örgütü PKK'nın AK Parti'yi tasfiye etme girişimidir.

Türkiye'de PKK terörü kudurdu diye hiçbir siyasi parti tasfiye olmadı

Şu anda şehit cenazeleri geliyor. Halkta bu cenazelere dönük hissi anlamda, çözüme ve arayışa d önük bir tedirginlik var. Bu tedirginlik zaman içerisinde diğer senaryolarla bıkkınlık noktasına getirmiştir. İnsanlar öyle bir noktaya taşınabilir ki, 'yeter artık' noktasına gelebilir.

Habertürk
 

beylikdüzü - beylikdüzü keman - beylikdüzü piyano - beylikdüzü bale - beylikdüzü müzik merkezi - modern sanatlar akademisi - beylikdüzü sanat
BEYLİKDÜZÜ müzik

Bu habere yorum yapan ilk siz olun!

  • Ad Soyad:

  • Yorum:

  •  

    @name x

  • UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. Ayrıca suç teşkil edecek hakaret içerikli yorumlar hakkında muhatapları tarafından dava açılabilmektedir.
    HAVA DURUMU
    Görüntülemek istediğiniz ili seçiniz:
    banner251
    EN ÇOK YORUMLANANLAR
    BUGÜN
    BU HAFTA
    BU AY
    ARŞİV