Sahur ve işkence
İlk sahura kalktı dün gece inananlar.
Doğrusu ya sahuru çocukluğumdan beri çok severim. İftarı da...
“Yahu şu sahuru öğlene alsalar Ramazan’dan iyisi yok” diyen Bektaşi gibiyim biraz.
Artık Bektaşi şakaları eskisi kadar çok anlatılmıyor.
Osmanlı’da o kendine de, inancına da güvenen güzelim dindarların Bektaşi şakalarına güldüğü zamanlar çok gerilerde kaldı, bugün kendine de, inancına da güvenen mümine rastlamak pek kolay değil, inancında çok fazla “ek yeri” olanlar “şakalar” oralardan ruhuna sızacak diye korkuyor sanırım.
İnancı ne olursa olsun, kendi inancıyla ilgili şaka yapabilenlerin imanına ben daima şaka yapamayanlardan daha fazla güvendim.
Asık suratlılık, katılık, aşırı ciddiyet hep ardında bir zayıflığı taşırmış gibi geliyor bana.
Ben çocukken bizim sahurlar da, iftarlar da çok eğlenceli olurdu.
Annem inançlı biriydi.
Çok fakir olduğumuz zamanlar da oldu, babamın işsiz kaldığı, parasız kaldığı zamanlar, annem bayat ekmekleri yumurtaya bulayıp kızartırdı, “ekmek balığı” idi o ekmeklerin adı, gerçekten onların ismi öyle miydi yoksa annem mi bizi eğlendirmek için uydurmuştu hâlâ bilmiyorum.
Ama bugün bile benim için sahur “ekmek balığı” zamanıdır.
Uykudan ölsem de kalkardım sahura.
Dinen bunları söylemek belki caiz değildir ama artık beni bağışlayacaksınız çünkü benim çocukken çok iyi bir tanrım vardı ve ben her sahurda ve iftarda onunla el ele tutuştuğumuza, aramızda çok sağlam bir dostluk kurulduğuna ve onun beni hep koruyacağına inanırdım.
Annem, inancını öyle “madalya” gibi taşıyanlardan değildi, bizi hiç zorlamadı, hiç günahlarla ve cezalarla korkutmadı, sıcak çorbalar pişirdi iftarlarda, sahurlarda ekmek balığı kızarttı ve gülümsedi yemeklerimizi dağıtırken.
Yazının devamını okumak için tıklayın.
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir, teşekkür ederiz.
Bu içeriğe yorum yapan ilk siz olun!